Bu banka soygununda yaşananlar ağzınızı açık bırakacak!

Dünya - Nisan 20, 2023 3:13 pm

Stockholm belirtisini muhtemelen daha evvel duymuşsunuzdur. Dinlemeyenler için kısa bir tanımını yapalım. Bu kavram; bazı istismar ve rehine kurbanlarının, istismarcıya veya tutsak alan bireye karşı pozitif duygular beslemeye başlamasını ifade eden psikolojik bir gidişattır. İsminin neden Stockholm olduğuna kazançsak da bu gidişat, bir zamanlar İsveç’in Stockholm kentinde yaşanan banka soygunu ve hırsızlara karşı duygusal bağ geliştiren rehinelerden geliyor. 

23 Ağustos 1973 günü İsveç, Stockholm’de yer alan bir bankada rutin bir gündü. Her şey, elinde hafif aygıtlı bir tüfek, mühimmat, patlayıcı ve iple bankaya giren adama kadar olağandı. Bankaya giren soyguncunun yanında ayrıca telsiz, bıçak transistörlü radyo ile dolu bir belge çantası vardı.

Resimde, Stockholm’de ceddilen banka görülüyor

Jan-Erik Olsson, 32 yaşında ve İsveçli genç bir adamdı. Başka bir hırsızlık olayıyla girdiği mapustan yeni çıkmıştı ve kendince bir planı vardı. Bankaya yaptığı şiddetli giriş sonrasında ilk iş olarak, banka içinde olan bireyleri rehin aldı. Daha sonra polisle konuşmak istedi ve isteklerini belirtmeden evvel üç kadın dışında değişik rehineleri hür vazgeçti: Kristin, Elisabeth ve Birgitta hâlâ rehineydi. 

Bu düzeyden sonra gizeme, Olsson’un isteklerine gelmişti. Evvel, o sırada hâlâ mapusta olan dostu Clark Olofsson’un yanına getirilmesini istedi. Arttan 710 milyon bedelinde bir para, iki silah ve kaçışlarını sağlayacak bir araba arz etti. Ayrıca rehineler de onunla gelecekti ve hepsi mermi geçirmez yelek giyecekti. 

Resim temsilidir

Olsson’un bu cesareti iki şeye dayanıyordu: İsveç ulusunun şiddete olan uzaklığı ve o sırada devam eden başkanlık tercih süreci. Süreç kritik biçimde devam ederken Adalet Bakanlığı ile temasa geçen polisler, hiçbir biçimde rehine ile parçalayamayacağını Olsson’a bildirdi.

Bu süreç altı gün süresince sürdü. Tüm ülke bu soyguna kitlendi. Medya, vakadan “banka üzgünü” olarak bahsediyordu. Soygunun ilk günü, Olsson’un arz ettiği dostu Clark mapustan çıkartılarak yanına getirildi. Daha sonra Clark, araştırma sırasında malzeme odasında saklanan 20’li yaşlardaki Sven’i buldu, böylece artık dört rehine vardı; üç kadın ve bir erkek. 

Fotoğafta, alıkonulan dört rehine görülüyor

Hırsızlar, gardını hiç düşürmedi. Arada bankanın içinde bir yeri patlatıyordu ya da bankanın çevresine yerleştirilen apaçık nişancılara ateş ediyorlardı. Bu sırada polisler her türlü ihtiyatı almış hatta havalimanına dahi takımlar sevk edilmişti. 

Olsson daha sonra bankanın zemin katına inerek herkesi banka kasasının içine taşıdı ve buradan polislerle bağlantı kurmaya devam etti. Rehinelerden biri olan Elisabeth, klostrofobiden dolayı korktuğunu söyleyince Olsson boynuna uzunca bir ip geçirerek parkta gezmesine izin verdi. 

Elisabeth daha sonra gidişatı şöyle anlattı, “Uzağa gidemedim ve onun yakaladığı bir tasma vardı ama kendimi özgür hissettim. Kasadan çıkmama izin vererek çok nazik davrandığını düşündüğümü anımsıyorum.” Hırsızlar ve rehineler arasındaki tuhaf ilişkinin tohumları yavaş yavaş filizleniyordu.

Tıpkı Elisabeth gibi Kristin de tesir altına girmişti. Tuvalete giderken polislere içeride kaç rehine olduğuna dair bilgi verince kendisini bir alçak gibi sezmişti. Aynı biçimde Birgitta da böyle düşünüyordu, “Polisten uzaklaştım. Bir grubun parçasıydım. Bu mevzuda yapabileceğim hiçbir şey yok gibiydi.”

Bu sırada polisler, Olsson’un istediği mevlanın yarısını getirdi ancak Olsson, paraların basitçe takip edilmesini sağlayan sahte paralar olduğunu düşündü ve daha önceki, buruşuk paralardan istedi. Polis yeni arz üzerinde çalışırken, Olsson rehinelerin telefon görüşmesi yapmasına izin verdi.

Resim temsilidir

Kristin annesiyle konuştu. Birgitta’nın iki çocuğu vardı ve telefonu kapattığında gözleri yaşlıydı. Olsson, onun yanağını okşadı, “Tekerrür sına. Pes etme” dedi. Bu, bir soyguncunun tipik hareketi sayılmazdı.

Adaleye içinde hava soğuktu. Bir gece Elisabeth uyandığında Olsson’ın gri yün ceketini onun omuzlarına atmış olduğunu gördü. Hakkında şöyle diyordu, “Jan, zalimlik ve şefkatin bir karışımıydı. Paltosunu çevremde sezdiğimde onu yalnızca bir gün tanıyordum ama yaşamı süresince böyle olduğundan emindim.”

Olsson yatak ekibi ve çarşaf arz ettiğinde, polis de rehineleri analiz arzında bulundu. Teftişin ardından komiser, takımına “tuhaf atmosfer” hakkında bilgi verdi. 

Resim: Rehinelerden biri olan Kristin solda

Rehinelerin kendisine husumet gösterdiğini bildirdi. Kristin’in ona nasıl dudağını kıvırdığını fark etti ve dördünden hiçbiri naçarca istekte bulunmadı ya da dilenen bakışlar atmadı. En eksantriği de buydu: rehinelerin soyguncularla keskin bir arkadaşlığı vardı. Onları kasaya geri götüren Clark’ın yanında ne kadar rahat olduklarını görünce afalladı.

Hatta Clark kollarını Kristin ve Elisabeth’in omuzlarına dolayarak beraber ne kadar rahat olduklarını gösterdi. Bu noktada komiser ve takımının, daha evvel tanık olduğu hiçbir şeye benzemeyen bir gidişatla karşı karşıya olduğu sarihti. 

Daha sonra İsveç başbakanı Olof Palme ve Olsson telefonla konuştu. Arttan rehine Kristen ve başkabakan arasında 40 dakikadan fazla süren ve daha sonra millete açıklanan bir konuşma geçti.

Kristin, başbakana “Çok hayal kırıklığına uğradım” dedi. “Bence orada oturmuş yaşamlarımızla dama oynuyorsun. Clark ve soyguncuya tamamen güveniyorum. Naçar değilim. Bize bir şey yapmadılar. Aksine çok iyi davrandılar” dedi.

Üstelik Kristin’in istekleri de delileşiyordu. Başbakana, hırsızlarla gitmek istediğini söyledi ve onlara para ve silah verilmesini arz etti. Gidişatı soğukkanlılıkla ifade eden başbakana, Kristin’in yanıtı ise şöyle oldu:”Sevgili Olof, hayatım; kulağa ablavutça gelebilir ama ben ikisiyle gitmek istiyorum.” Konuşma, Kristin’in alaycı bir biçimde, “Desteğin için teşekkürler” demesiyle sona erdi.

Resim temsilidir

Birgitta çocukları için ağladığında, Olsson iki çocuğu olduğunu ve onun nasıl sezdiğini bildiğini söyleyerek onu avuntu etti. Çok geçmeden, onları çocuklarından uzak tutanın polis olduğu mevzusunda hırsızlarla hemfikir oldu. Soygunculara aşık olanların yalnızca kadınlar olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz.

Soyguncuların ilk başta öldürmek istediklerini söyledikleri Sven saklanırken bulunan çocuk dahi Olsson’u oldukça affedici buldu. Olsson, polise bir noktayı kanıtlamak ve süreci süratlendirmek için onu vurması gerektiğini söyledi. Ölümcül olmayacaktı yalnızca bacağına “dikkatlice nişan” alacaktı. Daha sonra Sven, “Bana geri dönen tek şey, vuracağı şeyin yalnızca bacağım olduğunu söylediği için ne kadar nazik olduğunu düşündüğümdü” dedi.

Hatta Olsson, içeriye göz yaşartıcı bomba atılmasına karşı herkesi öldüreceğini söylediğinde dahi Sven, “Bize, bizi bu hale getirmektense kendisini olduğu kadar hepimizi de öldüreceğini söylemişti. Bunu söylediğini dinlediğimde, onu çok nazik bir adam olarak düşündüğüm başka bir zaman olduğunu anımsıyorum” diye açıkladı.

Sonraki günler, polisler içeriye göz yaşartıcı bomba atmayı tasarladılar ama Olsson süratli bir hücumla önlerini kesti. Polisler, günlerdir uykusuz bir biçimde uzun saatler çalışıyordu. Bir gün, içerden Kristin’in çığlığı dinlendi. Daha sonra polis, soyguncular tarafından cinsel atağa uğrayıp uğramadığını sorduğunda, Kristin gözle görülür bir biçimde afalladı. 

Kristin ayrıca ilgisiz bir biçimde Clark’la ara gizeme el ele alevlendiğinden bahsetti, şöyle açıkladı, “Clark bana şefkat gösterdi. Evet, el ele alevlendik ama seks olmadı. Kendimi son derece güvende sezmemi sağladı. Gereksinimim olan şey buydu. Hem soyguncuların hem de rehinelerin ne kadar çekici olduğu düşünüldüğünde, medya, kasanın büyük bir seks partisine dönüşmüş gibi görünmesini sağladı.”

Ancak soygun bittikten sonra uzmanlar, kasanın içinde meni enkazı buldu. Olsson’un ve adı açıklanmayan bir rehinenin yakınlaştığı ortaya çıktı. Aynı rehine polise, yaşanan cinsel yakınlaşmada rızası olduğunu söyledi. Ancak söylediğine göre bütün olarak bir cinsel birleşme olmamıştı. Olsson tecavüzcü değildi. Rehinelere, “Kadınlara tecavüz eden erkekleri cezaevindeki en makûs kabahatliler arasında görüyoruz” demişti.

Polis, uzayan soygun zamanınca rehinelerin aileleriyle olan bağlantısını kesti, gıda yollamayı vazgeçti. En sonunda kasaya doğru sondaj harekâtıyla bir kapı açıldı ve içeriye verilen yoğun gaz, soyguncuları pes ettirdi. Rehineler, evvel iki soyguncunun kurtarılmasını istedi. Kristin, ambulansa götürülürken, Clark’a “Görüşürüz” diye haykırıyordu.

Dört rehine, on günlük denetleme için bir psikiyatri muayenehanesine götürüldü. Hekimler, rehineleri olanlar hakkında konuşmaya teşvik etti ve bunu yaptıklarında da aralıksız olarak polisin nasıl düşmanları olduğunu anlattılar. Ayrıca soygunculara onları yaşamda yakaladıkları için teşekkür ettiler. Enteresan bir biçimde, Kristin konuştuğunda kendisini kabahatlilerle aynılaştırdı. Psikiyatrlardan birine “Polise ateş ettiğimiz sabahtı” dedi.

Sven, Clark’a olan hayranlığını dile getirdi ve Birgitta, banka hazininden bir sene sonra Clark’ı cezaevinde ziyarete gitti. Mahkumla 30 dakikalık konuşmasını “Pek bir şey değildi, gerçekten yalnızca anılardı” dedi. “Clark yaptığı rastgele bir şey için drama olduğunu söylemedi, söylemesine gerek yoktu.”

Dörtlü, Şubat 1974’teki mahkemede tanık olarak ifade verdi. Olsson soygun, insan kaçırma ve cinayete girişimle suçlanırken, Clark sadece soygunla yargılandı. Olsson on sene mapus cezasına çarptırıldı. 1980 senesinde hür kalan Olsson, cezaevindeyken kendisine hayran mektupları yollayan bir kadınla evlendi. Tayland’a taşındılar ve 2009’da Stockholm Belirtiyi ismini verdiği anı kitabını yayınladı.

Clark ise altı günlük “tatilinin” arttan cezaevine geri sevk edildi.

İşte, Stockholm belirtisinin enteresan hikâyesi…

Kaynak: History By Day

BENZER HABERLER